Elinizdeki kitap, iktidardaki Fransız ve Alman merkez sağları tarafından Türkiye'ye üyelik yerine "ayrıcalıklı ortaklık" adı altında önerilen özel statünün sorgulanması ve uygulanabilirliğini değerlendirmektedir. Araştırma Türkiye'nin üyeliğine yönelik görüş, belge ve araştırmaların dışında esas olarak Fransa, Almanya ve Türkiye'de araştırmacılar, kamu kurumu ve siyasal parti temsilcileri ile yapılan doğrudan söyleşilere dayanmaktadır. Araştırma, elde edilen tüm bulguları değerlendirerek "ayrıcalıklı ortaklık" tasarımının gündeme getirdiği sorunlar ile müzakerelerin tıkanma riskini aşmak için düşünülebilecek alternatif stratejileri tartışmaktadır.
1963'de Ortaklık Anlaşması'yla başlayan, 1987'de tam üyeliğe başvurusu ile devam eden, 1999 yılında aday olarak kabul edilen Türkiye- AB ilişkisi, 2005 yılında tam üyelik müzakereleriyle yeni bir boyut kazandı. Bu ilişkinin uzun tarihi göz önüne alındığında önemli bir gecikme olduğu kabul edilmelidir. Dönem dönem kesilen ilişkilerde, Türkiye'nin nüfusu, ekonomik durumu, coğrafyası, tarihsel nedenler, ait olduğu kültür gibi sebepler doğrudan dile getirilmemiş olsa da sıklıkla ima edilmiş, üyeliğin diğer üyelerde izlenen süreçleri izlemeyeceği, "oyalama", "bezdirme", "razı etme" gibi siyasetlerin uygulandığı izlenimi oluşmuştur.
Türkiye'ye bakışın arka planında yer alan bu anlayış, 1990 yılında Türkiye'nin AB'ye üyelik dışı bir formülle bağlanması arayışlarına girilmesiyle resmi olarak da dillendirilmiş; bu da ilişkinin sulanmasına neden olmuştur. Türkiye'nin AB'ye üye değil de farklı bağlarla bağlanması konusunda ısrarlı olan kesimlerin ya da ayrıcalıklı ortaklık veya özel statü kavramlarını kullananların ne tür açıklama ve gerekçeler ileri sürdüklerinin anlaşılması bu bakımdan önemlidir. Türkiye'nin bu uzun maratona nesnel bir yaklaşımı ve duygusal-ideolojik ön yargılardan bağımsız davranması lüks sayılmaz.
Üyelik müzakerelerin önünün açılması için neler yapılabilir? Müzakere süreci yeniden tasarlanabilir mi? Üye olamama riskinin yüksek olduğu koşullarda, AB müktesebatını Türkiye neden kabul etsin? Üyelik olmayacaksa, Fransız ve Alman sağının önerdiği "ayrıcalıklı ortaklık" Türkiye için bir "ikinci en iyi" olabilir mi? "ayrıcalıklı ortaklığı" savunanlar Türkiye'ye ne öneriyorlar? Üyelik gündemden düştüğü takdirde Türkiye'nin çıkarları bağımsız kalmasını mı gerektirir? Bu durumda AB ile ilişkiler her iki tarafın da çıkarlarına uygun şekilde nasıl düzenlenebilir? Elinizdeki kitapta bu soruların yanıtları tartışılıyor.
Elinizdeki kitap, iktidardaki Fransız ve Alman merkez sağları tarafından Türkiye'ye üyelik yerine "ayrıcalıklı ortaklık" adı altında önerilen özel statünün sorgulanması ve uygulanabilirliğini değerlendirmektedir. Araştırma Türkiye'nin üyeliğine yönelik görüş, belge ve araştırmaların dışında esas olarak Fransa, Almanya ve Türkiye'de araştırmacılar, kamu kurumu ve siyasal parti temsilcileri ile yapılan doğrudan söyleşilere dayanmaktadır. Araştırma, elde edilen tüm bulguları değerlendirerek "ayrıcalıklı ortaklık" tasarımının gündeme getirdiği sorunlar ile müzakerelerin tıkanma riskini aşmak için düşünülebilecek alternatif stratejileri tartışmaktadır.
1963'de Ortaklık Anlaşması'yla başlayan, 1987'de tam üyeliğe başvurusu ile devam eden, 1999 yılında aday olarak kabul edilen Türkiye- AB ilişkisi, 2005 yılında tam üyelik müzakereleriyle yeni bir boyut kazandı. Bu ilişkinin uzun tarihi göz önüne alındığında önemli bir gecikme olduğu kabul edilmelidir. Dönem dönem kesilen ilişkilerde, Türkiye'nin nüfusu, ekonomik durumu, coğrafyası, tarihsel nedenler, ait olduğu kültür gibi sebepler doğrudan dile getirilmemiş olsa da sıklıkla ima edilmiş, üyeliğin diğer üyelerde izlenen süreçleri izlemeyeceği, "oyalama", "bezdirme", "razı etme" gibi siyasetlerin uygulandığı izlenimi oluşmuştur.
Türkiye'ye bakışın arka planında yer alan bu anlayış, 1990 yılında Türkiye'nin AB'ye üyelik dışı bir formülle bağlanması arayışlarına girilmesiyle resmi olarak da dillendirilmiş; bu da ilişkinin sulanmasına neden olmuştur. Türkiye'nin AB'ye üye değil de farklı bağlarla bağlanması konusunda ısrarlı olan kesimlerin ya da ayrıcalıklı ortaklık veya özel statü kavramlarını kullananların ne tür açıklama ve gerekçeler ileri sürdüklerinin anlaşılması bu bakımdan önemlidir. Türkiye'nin bu uzun maratona nesnel bir yaklaşımı ve duygusal-ideolojik ön yargılardan bağımsız davranması lüks sayılmaz.
Üyelik müzakerelerin önünün açılması için neler yapılabilir? Müzakere süreci yeniden tasarlanabilir mi? Üye olamama riskinin yüksek olduğu koşullarda, AB müktesebatını Türkiye neden kabul etsin? Üyelik olmayacaksa, Fransız ve Alman sağının önerdiği "ayrıcalıklı ortaklık" Türkiye için bir "ikinci en iyi" olabilir mi? "ayrıcalıklı ortaklığı" savunanlar Türkiye'ye ne öneriyorlar? Üyelik gündemden düştüğü takdirde Türkiye'nin çıkarları bağımsız kalmasını mı gerektirir? Bu durumda AB ile ilişkiler her iki tarafın da çıkarlarına uygun şekilde nasıl düzenlenebilir? Elinizdeki kitapta bu soruların yanıtları tartışılıyor.