Metin Erksan kendisiyle yapılan bir söyleşide Yeşilçam sineması tabirine neden karşı olduğunu açıklarken, bu kullanımın aslında Türk sinemasına hakaret etmek için uydurulduğunu, bu sebepten Yeşilçam kavramını reddettiğini söyler. Aynı söyleşide Erksan televizyonda izlediği filmlere de vurgu yaparak “Bunlar Türk sineması ise ben Türk sinemacısı da değilim” minvalinde konuşur. Erksan'ın bu çıkışı O'nun biraz huysuz, biraz aykırı tavrının bir neticesi olarak değerlendirilmemelidir. Zira Erksan sinemaya ilişkin serüvenini sürekli düşünce etrafında biçimlendirmeyi denemiş bir yönetmendir. 1957 yılında Yeditepe dergisinde yayınlanan makalelerinde Erksan Türk sinemasının düşünce ile ciddi bir ilişki kurması gerektiğinin altını çizmektedir. Aslında bu ilişkinin iki yönlü olması gereklidir. Yani hem sinema metnini ortaya koyan kimseler hem de bu sinema metnini ele alan kimseler bu işi Türk düşüncesi içerisinden ele alabilmelidir. Elbette pür düşünsel bir metnin ortaya konulmasından ya da bir metni pür düşünsel bir kaygıyla ele almaktan bahsetmiyoruz. Nihayetinde estetik zevklerin incel(til)miş olmasıyla paralellik arz eden bir tatmin süreci söz konusu. Tam da bu sebepten meselenin topluma değen bir boyutu olduğunu görmezden gelerek varılabilecek bir yer yok.
Meselenin topluma değen yanlarından bahsedildiğinde büyük ölçüde meselenin milliyetçilik ve kimlik eksenine oturtulması ise sinemamızın ele alınmasında aşılması gereken en önemli zorluklardan birisi olarak beliriyor. Bu zorluk hem yönetmenler hem de sinemamız üzerine düşünen kişiler açısından geçerli. Meseleyi sadece bu eksen üzerinden ele alan yönetmenlerin filmleri derinliksiz, didaktik bir hâl almakla kalmıyor, yönetmen siyasal konumunu izleyicinin üzerine kovadan boşaltırcasına döktüğü için aslında tek atımlık barutunu harcadığının farkına varamıyor. Seren Yüce ve Çoğunluk galiba bu anlamda en iyi örnek. Türk ve Türkiye birbirlerinden ayrı, kopuk şeylermiş gibi Türk sineması yerine Türkiye sineması kullanımının tercih edilmesi ve böylece 1950'lerden itibaren gelişen ve “Türk” olan sinemadan ayrışmanın hedefleniyor olması sinemanın bir kültür ya da düşünce eylemi olmaktan ziyade bir mevzi olarak biçimlendirilme çabasının bir neticesi. Bu da “Türkiye sineması”nı toplumdan ve dolayısıyla realiteden koparmakla kalmıyor, düşünceden de kopararak sakilleştiriyor.
Bu sayımızda sinemamızı hem topluma temas eden boyutlarıyla hem de düşüncemize temas eden boyutlarıyla ele almaya çalışan makalelerle karşınızdayız. Bu amaçla Türk sinemasını bir bütün olarak değerlendirmeye çalıştık.
Metin Erksan kendisiyle yapılan bir söyleşide Yeşilçam sineması tabirine neden karşı olduğunu açıklarken, bu kullanımın aslında Türk sinemasına hakaret etmek için uydurulduğunu, bu sebepten Yeşilçam kavramını reddettiğini söyler. Aynı söyleşide Erksan televizyonda izlediği filmlere de vurgu yaparak “Bunlar Türk sineması ise ben Türk sinemacısı da değilim” minvalinde konuşur. Erksan'ın bu çıkışı O'nun biraz huysuz, biraz aykırı tavrının bir neticesi olarak değerlendirilmemelidir. Zira Erksan sinemaya ilişkin serüvenini sürekli düşünce etrafında biçimlendirmeyi denemiş bir yönetmendir. 1957 yılında Yeditepe dergisinde yayınlanan makalelerinde Erksan Türk sinemasının düşünce ile ciddi bir ilişki kurması gerektiğinin altını çizmektedir. Aslında bu ilişkinin iki yönlü olması gereklidir. Yani hem sinema metnini ortaya koyan kimseler hem de bu sinema metnini ele alan kimseler bu işi Türk düşüncesi içerisinden ele alabilmelidir. Elbette pür düşünsel bir metnin ortaya konulmasından ya da bir metni pür düşünsel bir kaygıyla ele almaktan bahsetmiyoruz. Nihayetinde estetik zevklerin incel(til)miş olmasıyla paralellik arz eden bir tatmin süreci söz konusu. Tam da bu sebepten meselenin topluma değen bir boyutu olduğunu görmezden gelerek varılabilecek bir yer yok.
Meselenin topluma değen yanlarından bahsedildiğinde büyük ölçüde meselenin milliyetçilik ve kimlik eksenine oturtulması ise sinemamızın ele alınmasında aşılması gereken en önemli zorluklardan birisi olarak beliriyor. Bu zorluk hem yönetmenler hem de sinemamız üzerine düşünen kişiler açısından geçerli. Meseleyi sadece bu eksen üzerinden ele alan yönetmenlerin filmleri derinliksiz, didaktik bir hâl almakla kalmıyor, yönetmen siyasal konumunu izleyicinin üzerine kovadan boşaltırcasına döktüğü için aslında tek atımlık barutunu harcadığının farkına varamıyor. Seren Yüce ve Çoğunluk galiba bu anlamda en iyi örnek. Türk ve Türkiye birbirlerinden ayrı, kopuk şeylermiş gibi Türk sineması yerine Türkiye sineması kullanımının tercih edilmesi ve böylece 1950'lerden itibaren gelişen ve “Türk” olan sinemadan ayrışmanın hedefleniyor olması sinemanın bir kültür ya da düşünce eylemi olmaktan ziyade bir mevzi olarak biçimlendirilme çabasının bir neticesi. Bu da “Türkiye sineması”nı toplumdan ve dolayısıyla realiteden koparmakla kalmıyor, düşünceden de kopararak sakilleştiriyor.
Bu sayımızda sinemamızı hem topluma temas eden boyutlarıyla hem de düşüncemize temas eden boyutlarıyla ele almaya çalışan makalelerle karşınızdayız. Bu amaçla Türk sinemasını bir bütün olarak değerlendirmeye çalıştık.