Yakın dönem tarihinde yaşadığı deneyim ve yaptığı gözlemler sonucunda yabancı sermaye ve özelde yabancı bankacılığa kuşkuyla bakan ve uzak duran Türkiye 1980'den sonra tüm ihtiyatlılık ve kuşkucu tutumunu bir yana bırakarak çok hızlı ve denetimsiz biçimde dışa, yabancı sermaye ve yabancı bankacılığa açılmıştır. Günümüzde Silikon Vadisi'nde ar-ge ve teknoloji yatırımı yapacak kadar gelişmiş ve ileri görüşlü bir düzeye gelebilen Türk bankacılığı karşısında yabancı bankacılık çoğunlukla büyük dünya bankalarının uzantısı niteliğinde iştirakler ve şubeler aracılığıyla varlık göstermiştir. Amaç merkez sermayesinin küresel hedefleri ve planları doğrultusunda çekici bulunan farklı çevre ülkelerinden pay alarak azalan kar oranlarını düzeltmek olmuştur. Nitekim doğrudan % 100 yabancı sermayeli bir banka kurmak yerine ilk olarak özelleştirmenin sunduğu olanaklardan yararlanmak ya da zor durumdaki özel bankaları satın almak düşünülmüştür. Türk bankacılığının yabancı bankalar ile teknolojik ve yönetsel rekabeti söz konusu yabancı bankaların küresel planlarının bir sonucu, daha doğrusu bir yan etkisi gibi görünmektedir. Bu çerçevede, hemen hemen dünyanın önde gelen tüm ülkelerinden banka yatırımları olduğu saptanmış, bunlar uzun sayılamayacak bir sürede çekici görünen Türkiye pazarını deneyimledikten sonra kendi küresel planları açısından daha karlı başka ülke piyasalarına yönelmekte, çeşitli ülke piyasaları arasında kolaylıkla giriş-çıkış, al-sat işlemleri yapmaktan çekinmemektedir.
Öte yandan, Türkiye'ye bankacılık yatırımları için yönelen sermaye çok kısa vadeli olmaktan çıkmakta, doğrudan yabancı sermaye yatırımları içinde değerlendirilmekte, en azından orta vadeli sermayeye dönüşmekte ve göreli olarak Türkiye piyasasında daha çok kalarak kısa vadeli sermayeye göre ülkeye daha yararlı olmaktadır. Yabancı bankacılık Türk bankacılığını öncelikle rekabete, ayakta kalmaya, daha sonra da verimli ve etkin olmaya zorlamaktadır. Ancak bugünün koşullarında etkin bir denetim ve düzenleme mekanizmasının gözetimi altında faaliyet gösteren Türk bankaları kendi ekonomik kararlarını kendi yönetimleri eliyle aldıklarında deyim yerindeyse yabancı bankalardan alacağını almış, göreceğini görmüş bir düzeyde bulunmaktadır. Finansal piyasa işlemleri ve yatırım bankacılığı konusunda yabancı bankaların rahatlığına karşılık Türk bankalarının koydukları çekincelerin doğruluğu da finansallaşma çılgınlığının sonunu getiren ve etkileri hala süren 2008 küresel finans krizi ile anlaşılmıştır. Kaynak ülkelerinde ticari bankacılıktan yatırım bankacılığına doğru giden ve genişleyen yabancı bankacılığın tarihsel klasik gelişme çizgisi Türk bankacılığınca olduğu gibi izlenmemiş, kısa süreli bocalamalar dışında Türk bankacılığı ana faaliyet alanından uzaklaşmamış, yabancı bankacılık ile ana faaliyet alanında ulaşılan verimlilik ve etkinlik göstergelerine dayalı bir yarışma içine girmiştir. Yabancı bankaların da söz konusu yapısal krizden sonra ana faaliyet alanına odaklanmaya ve yatırım bankacılığından ayrı bir gelişme çizgisini izlemeye çalıştıkları gözlemlenmektedir. Başka bir anlatımla, yabancı bankacılık Türkiye'nin ekonomik büyüme ve kalkınmasına ancak marjinal düzeyde maddi, teknik ve yönetsel katkı sağlayabilmiş, bağlı oldukları toplulukların planları içinde hareket etmekle sınırlı bir bankacılık faaliyet yürütmüş, ancak bu arada Türk bankaları için 2000'lerin başına kadar etkinlik, verimlilik ve karlılık açılarından karşılaştırılabilirlik ölçüleri ya da göstergeleri oluşturarak yararlı olmuştur. Bununla birlikte, neoliberal dönemden ve 2001 krizinden alınan doğru dersler sonucunda düzenleme dönemini sermaye yeterliğinin sağlanması ve gerekli teknoloji yatırımları ile geçiren Türk bankacılığı yabancı bankacılık ile aradaki gelişmişlik farkını kapattığı, bankacılık Türkiye'de düzenlenmiş bir endüstri durumuna geldiği ve finansal piyasalarda spekülatif yatırım yapma olanakları kısıtlı olduğu için giriş-çıkış engelleri göreli düşük düzeyde olan Türkiye gibi bir ülke yavaş yavaş çekici bir pazar olmaktan çıkmış, yabancı bankacılığın Türkiye yatırımları hızla el değiştirmeye başlamış ve Türkiye'den çıkışları hızlanmıştır.
Yakın dönem tarihinde yaşadığı deneyim ve yaptığı gözlemler sonucunda yabancı sermaye ve özelde yabancı bankacılığa kuşkuyla bakan ve uzak duran Türkiye 1980'den sonra tüm ihtiyatlılık ve kuşkucu tutumunu bir yana bırakarak çok hızlı ve denetimsiz biçimde dışa, yabancı sermaye ve yabancı bankacılığa açılmıştır. Günümüzde Silikon Vadisi'nde ar-ge ve teknoloji yatırımı yapacak kadar gelişmiş ve ileri görüşlü bir düzeye gelebilen Türk bankacılığı karşısında yabancı bankacılık çoğunlukla büyük dünya bankalarının uzantısı niteliğinde iştirakler ve şubeler aracılığıyla varlık göstermiştir. Amaç merkez sermayesinin küresel hedefleri ve planları doğrultusunda çekici bulunan farklı çevre ülkelerinden pay alarak azalan kar oranlarını düzeltmek olmuştur. Nitekim doğrudan % 100 yabancı sermayeli bir banka kurmak yerine ilk olarak özelleştirmenin sunduğu olanaklardan yararlanmak ya da zor durumdaki özel bankaları satın almak düşünülmüştür. Türk bankacılığının yabancı bankalar ile teknolojik ve yönetsel rekabeti söz konusu yabancı bankaların küresel planlarının bir sonucu, daha doğrusu bir yan etkisi gibi görünmektedir. Bu çerçevede, hemen hemen dünyanın önde gelen tüm ülkelerinden banka yatırımları olduğu saptanmış, bunlar uzun sayılamayacak bir sürede çekici görünen Türkiye pazarını deneyimledikten sonra kendi küresel planları açısından daha karlı başka ülke piyasalarına yönelmekte, çeşitli ülke piyasaları arasında kolaylıkla giriş-çıkış, al-sat işlemleri yapmaktan çekinmemektedir.
Öte yandan, Türkiye'ye bankacılık yatırımları için yönelen sermaye çok kısa vadeli olmaktan çıkmakta, doğrudan yabancı sermaye yatırımları içinde değerlendirilmekte, en azından orta vadeli sermayeye dönüşmekte ve göreli olarak Türkiye piyasasında daha çok kalarak kısa vadeli sermayeye göre ülkeye daha yararlı olmaktadır. Yabancı bankacılık Türk bankacılığını öncelikle rekabete, ayakta kalmaya, daha sonra da verimli ve etkin olmaya zorlamaktadır. Ancak bugünün koşullarında etkin bir denetim ve düzenleme mekanizmasının gözetimi altında faaliyet gösteren Türk bankaları kendi ekonomik kararlarını kendi yönetimleri eliyle aldıklarında deyim yerindeyse yabancı bankalardan alacağını almış, göreceğini görmüş bir düzeyde bulunmaktadır. Finansal piyasa işlemleri ve yatırım bankacılığı konusunda yabancı bankaların rahatlığına karşılık Türk bankalarının koydukları çekincelerin doğruluğu da finansallaşma çılgınlığının sonunu getiren ve etkileri hala süren 2008 küresel finans krizi ile anlaşılmıştır. Kaynak ülkelerinde ticari bankacılıktan yatırım bankacılığına doğru giden ve genişleyen yabancı bankacılığın tarihsel klasik gelişme çizgisi Türk bankacılığınca olduğu gibi izlenmemiş, kısa süreli bocalamalar dışında Türk bankacılığı ana faaliyet alanından uzaklaşmamış, yabancı bankacılık ile ana faaliyet alanında ulaşılan verimlilik ve etkinlik göstergelerine dayalı bir yarışma içine girmiştir. Yabancı bankaların da söz konusu yapısal krizden sonra ana faaliyet alanına odaklanmaya ve yatırım bankacılığından ayrı bir gelişme çizgisini izlemeye çalıştıkları gözlemlenmektedir. Başka bir anlatımla, yabancı bankacılık Türkiye'nin ekonomik büyüme ve kalkınmasına ancak marjinal düzeyde maddi, teknik ve yönetsel katkı sağlayabilmiş, bağlı oldukları toplulukların planları içinde hareket etmekle sınırlı bir bankacılık faaliyet yürütmüş, ancak bu arada Türk bankaları için 2000'lerin başına kadar etkinlik, verimlilik ve karlılık açılarından karşılaştırılabilirlik ölçüleri ya da göstergeleri oluşturarak yararlı olmuştur. Bununla birlikte, neoliberal dönemden ve 2001 krizinden alınan doğru dersler sonucunda düzenleme dönemini sermaye yeterliğinin sağlanması ve gerekli teknoloji yatırımları ile geçiren Türk bankacılığı yabancı bankacılık ile aradaki gelişmişlik farkını kapattığı, bankacılık Türkiye'de düzenlenmiş bir endüstri durumuna geldiği ve finansal piyasalarda spekülatif yatırım yapma olanakları kısıtlı olduğu için giriş-çıkış engelleri göreli düşük düzeyde olan Türkiye gibi bir ülke yavaş yavaş çekici bir pazar olmaktan çıkmış, yabancı bankacılığın Türkiye yatırımları hızla el değiştirmeye başlamış ve Türkiye'den çıkışları hızlanmıştır.