İlk Kitabıyla Geniş Bir Okuyucu Kitlesi Edinen Kaan Murat Yanık'tan Sımsıcak Hikayeler: Uçurtma Mevsimi
Daha ilk kitabından kendisine geniş bir okuyucu kitlesi edinen Kaan Murat Yanık, öyküleriyle devam ediyor yolculuğuna. Çeşitli dönemlere dair anlatılarının yanı sıra günümüzde geçen öyküleri Uzakdoğu'dan Avrupa'ya dünyanın çeşitli mekânlarını mesken tutuyor. Daha önemlisi, Uçurtma Mevsimi'nde kendini ve dünyasını katmayı başarıyor yazdıklarına. Güneş bulutların ardından göğsünü öne çıkararak ilerledi, içinde herkese yetecek kadar felaket taşıyor gibiydi, kızıllaştı, bir derdi vardı belli ki. Gitgide kabardı, kabardı, çatladı sonunda. O çatlaktan bir kız düştü yere. Portakala benziyordu bu kız. Her yerinden buhur tütüyordu ve o da kendi sessizliğinin yegâne dinleyicisiydi.
Kum zerrelerinin dansı bitmiş, rüzgar çölü çırpmaya başlamıştı. Milyonlarca kum tanesi dumanları ile beraber göğe yükseliyor, yer çekimine mukavemet göstermeden yere düşüp hiçliğe karışıyorlardı. Kız turuncu gözlerini adamın üstünde dolaştırdı; adamın neresine baksa orada bir yara açılıyor, beyaz renk kan süzülüyordu toprağa. Elleriyle bastırmaya çalıştı adam patlayan yerlerini. Kıza arkasını döndü, bacaklarını karnına çekip yan yattı.
Kız yanına yaklaştı adamın, ellerini bileklerine sürdü üç kez, “Hadi gidelim,” dedi.
“Gitmeyelim,” dedi adam ürkerek, “çok yorgunum.”
“Gidelim,” dedi kız tekrar. “Bak, rüzgâr da hızlandı.”
“Uyursak geçmez mi, içimde görünmeyen yüzlerce yara var,” dedi adam.
“Olur arada böyle, uyursak geçmez belki ama uçurtma uçursak kesin geçer,” dedi kız.
İlk Kitabıyla Geniş Bir Okuyucu Kitlesi Edinen Kaan Murat Yanık'tan Sımsıcak Hikayeler: Uçurtma Mevsimi
Daha ilk kitabından kendisine geniş bir okuyucu kitlesi edinen Kaan Murat Yanık, öyküleriyle devam ediyor yolculuğuna. Çeşitli dönemlere dair anlatılarının yanı sıra günümüzde geçen öyküleri Uzakdoğu'dan Avrupa'ya dünyanın çeşitli mekânlarını mesken tutuyor. Daha önemlisi, Uçurtma Mevsimi'nde kendini ve dünyasını katmayı başarıyor yazdıklarına. Güneş bulutların ardından göğsünü öne çıkararak ilerledi, içinde herkese yetecek kadar felaket taşıyor gibiydi, kızıllaştı, bir derdi vardı belli ki. Gitgide kabardı, kabardı, çatladı sonunda. O çatlaktan bir kız düştü yere. Portakala benziyordu bu kız. Her yerinden buhur tütüyordu ve o da kendi sessizliğinin yegâne dinleyicisiydi.
Kum zerrelerinin dansı bitmiş, rüzgar çölü çırpmaya başlamıştı. Milyonlarca kum tanesi dumanları ile beraber göğe yükseliyor, yer çekimine mukavemet göstermeden yere düşüp hiçliğe karışıyorlardı. Kız turuncu gözlerini adamın üstünde dolaştırdı; adamın neresine baksa orada bir yara açılıyor, beyaz renk kan süzülüyordu toprağa. Elleriyle bastırmaya çalıştı adam patlayan yerlerini. Kıza arkasını döndü, bacaklarını karnına çekip yan yattı.
Kız yanına yaklaştı adamın, ellerini bileklerine sürdü üç kez, “Hadi gidelim,” dedi.
“Gitmeyelim,” dedi adam ürkerek, “çok yorgunum.”
“Gidelim,” dedi kız tekrar. “Bak, rüzgâr da hızlandı.”
“Uyursak geçmez mi, içimde görünmeyen yüzlerce yara var,” dedi adam.
“Olur arada böyle, uyursak geçmez belki ama uçurtma uçursak kesin geçer,” dedi kız.