“Büyük yağmur ormanlarında Muson rüzgârları eser. Bu rüzgârların yol açtığı büyük sağanaklar dağların yüksek yamaçlarından, verimli ovalardan sürükleyip getirdiği alüvyonlu toprakları kıyılara, sonra da ormanın derinliklerine sürer. Ve çok geçmeden de bütün orman kalın, boğucu bir balçık tabakasıyla kaplanır. Gel-gitler denizden taşıdığı kumu, çakılı bu kalın çamur tabakasının üstüne serer. Sonra sular çekilir, çamur daha da sertleşir. Ağaçların dev gövdeleri ve derinde kalmış kökleri artık nefes alamaz hale gelir. Kökler yüzeyle irtibatını kesmiştir. Ölüm, orman için kaçınılmazdır artık. Fakat tam da bu sırada ormanın her karış toprağından adeta çamuru yararak çıkan ve derinlerdeki erimiş oksijeni ağaçların en uç dallarına kadar ileten bir takım sürgünler boy atmaya başlar. Yepyeni, küçük, ömrü kısa, hatta önemsiz sürgünlerdir bunlar. Ama yaşamsaldırlar. Orman bu sayede yeniden dirilir, görevini tamamlayan sürgünler ise kurur, ölürler.
Ormanda ağaç olmak kolaydır, ama ona hayat verdiren ve onu yeniden dirilten, şu ömrü kısa, küçük sürgünlerden olmak hiç de kolay değildir. Onu her canlı göze alamaz.
Onun için dedik ya, herkes Ülkücü olamaz, diye.”
Bu romanın benzerlerinden farklı olarak özgün iddiası, yani ana vurgusu (biçimsel tez) hiç kuşkusuz orijinalliği, ele alınış biçimi ve işlenişidir. Daha farklı bir ifadeyle roman sanatının ana unsurları olan mekân-öykü-zaman üçlemesindeki mekân unsurunu ön plana çıkartmasıdır. Ve bu özgün iddia özele indirgendiğinde yani romanın ana fikirsel vurgusu Türklük ise ve Türklükten niyazımız da bütün birTürk dünyasıysa, romanın gerçek mekânsal ekseni bütün bir Türklük coğrafyasıdır.
İddiamız odur ki bu denli geniş bir mekân unsurunun romanın diğer unsurlarıyla (öykü, zaman) senkronize bir biçimde ele alınıp harmanlanması yalnız Türk edebiyatında değil, dünyanın farklı edebiyat disiplinlerinde de az rastlanır, hatta hiç rastlanmayan bir durumdur.
“Büyük yağmur ormanlarında Muson rüzgârları eser. Bu rüzgârların yol açtığı büyük sağanaklar dağların yüksek yamaçlarından, verimli ovalardan sürükleyip getirdiği alüvyonlu toprakları kıyılara, sonra da ormanın derinliklerine sürer. Ve çok geçmeden de bütün orman kalın, boğucu bir balçık tabakasıyla kaplanır. Gel-gitler denizden taşıdığı kumu, çakılı bu kalın çamur tabakasının üstüne serer. Sonra sular çekilir, çamur daha da sertleşir. Ağaçların dev gövdeleri ve derinde kalmış kökleri artık nefes alamaz hale gelir. Kökler yüzeyle irtibatını kesmiştir. Ölüm, orman için kaçınılmazdır artık. Fakat tam da bu sırada ormanın her karış toprağından adeta çamuru yararak çıkan ve derinlerdeki erimiş oksijeni ağaçların en uç dallarına kadar ileten bir takım sürgünler boy atmaya başlar. Yepyeni, küçük, ömrü kısa, hatta önemsiz sürgünlerdir bunlar. Ama yaşamsaldırlar. Orman bu sayede yeniden dirilir, görevini tamamlayan sürgünler ise kurur, ölürler.
Ormanda ağaç olmak kolaydır, ama ona hayat verdiren ve onu yeniden dirilten, şu ömrü kısa, küçük sürgünlerden olmak hiç de kolay değildir. Onu her canlı göze alamaz.
Onun için dedik ya, herkes Ülkücü olamaz, diye.”
Bu romanın benzerlerinden farklı olarak özgün iddiası, yani ana vurgusu (biçimsel tez) hiç kuşkusuz orijinalliği, ele alınış biçimi ve işlenişidir. Daha farklı bir ifadeyle roman sanatının ana unsurları olan mekân-öykü-zaman üçlemesindeki mekân unsurunu ön plana çıkartmasıdır. Ve bu özgün iddia özele indirgendiğinde yani romanın ana fikirsel vurgusu Türklük ise ve Türklükten niyazımız da bütün birTürk dünyasıysa, romanın gerçek mekânsal ekseni bütün bir Türklük coğrafyasıdır.
İddiamız odur ki bu denli geniş bir mekân unsurunun romanın diğer unsurlarıyla (öykü, zaman) senkronize bir biçimde ele alınıp harmanlanması yalnız Türk edebiyatında değil, dünyanın farklı edebiyat disiplinlerinde de az rastlanır, hatta hiç rastlanmayan bir durumdur.