Derimi yüzmeni isterim ey yabancı dost. Deri sandığım kocaman küllerimi ya da.
Korkma! Şefkat dolu ellere muhtaç oluşumu, yosun tutmuş bir mabedin enkazına gömdüm.
Merhametten daha çok zehir dolu pençelere ihtiyacım var. Kendimle gurur duymak isterim, yeryüzünün en acı çığlığı benimdir diye. Tanrıdan akıtılan bir gırtlakla, kendime kendimi kusarak.
Acıya dayanamayacağımı sanma! Sanma ruhumu sarmalayan kirli katmanların yüzülmesine sabredemem!
Tırnaklarında uyanmışlığın kokusu varsa, batır şimdi birer neşter kesiğinde tırnaklarını.
Haydi! Yüz şimdi derimi, ey özlenilen dost! Kokuşmuş kocaman küllerimi savur.
Bunları yapacak kudretin yoksa, seninle aynı havayı aşındıran birer dostuz deme.
Ey asam! Kirli fistanımı söküp atamıyorsan, ruhumu avuçlarına alıp balığın pullarını söker gibi katmanlarımın dikenli yolunu açamıyorsan, ey Vaiz kaç kendinden, hastalıklı toplumların ve ruhu kanserli öğretilen ötesine geç deyip kollarımdan tutamıyorsan, sen düşmanım bile olamazsın.
Ey asam!
Bu acı dost serzenişi, eski tanrısını düşürmek için karnını tekmeleyen bir yaratıcının ağzıdır. Hesaplanmamış vakitlerden, hamile kalan bir ruhun sesidir. Eğer ruhu kabız olanlarla, ruhu gebe olanları birbirinden ayıramıyorsan; köhne piramidin küfe taşıyıcılarıyla, kendi cesetlerine basarak yükselenleri karıştırıyorsan, dostunum deme bana.
‘Ey vaiz, dinin, kültürün ve ahlakın meşale taşıyıcısı olmaktan utandığını biliyorum' diye biliyorsan, sen dostumsun.
Şimdi söyle bana, ey benliğimin sessiz çığlığı asam, hala dostum olduğunu söylüyor musun?”
Derimi yüzmeni isterim ey yabancı dost. Deri sandığım kocaman küllerimi ya da.
Korkma! Şefkat dolu ellere muhtaç oluşumu, yosun tutmuş bir mabedin enkazına gömdüm.
Merhametten daha çok zehir dolu pençelere ihtiyacım var. Kendimle gurur duymak isterim, yeryüzünün en acı çığlığı benimdir diye. Tanrıdan akıtılan bir gırtlakla, kendime kendimi kusarak.
Acıya dayanamayacağımı sanma! Sanma ruhumu sarmalayan kirli katmanların yüzülmesine sabredemem!
Tırnaklarında uyanmışlığın kokusu varsa, batır şimdi birer neşter kesiğinde tırnaklarını.
Haydi! Yüz şimdi derimi, ey özlenilen dost! Kokuşmuş kocaman küllerimi savur.
Bunları yapacak kudretin yoksa, seninle aynı havayı aşındıran birer dostuz deme.
Ey asam! Kirli fistanımı söküp atamıyorsan, ruhumu avuçlarına alıp balığın pullarını söker gibi katmanlarımın dikenli yolunu açamıyorsan, ey Vaiz kaç kendinden, hastalıklı toplumların ve ruhu kanserli öğretilen ötesine geç deyip kollarımdan tutamıyorsan, sen düşmanım bile olamazsın.
Ey asam!
Bu acı dost serzenişi, eski tanrısını düşürmek için karnını tekmeleyen bir yaratıcının ağzıdır. Hesaplanmamış vakitlerden, hamile kalan bir ruhun sesidir. Eğer ruhu kabız olanlarla, ruhu gebe olanları birbirinden ayıramıyorsan; köhne piramidin küfe taşıyıcılarıyla, kendi cesetlerine basarak yükselenleri karıştırıyorsan, dostunum deme bana.
‘Ey vaiz, dinin, kültürün ve ahlakın meşale taşıyıcısı olmaktan utandığını biliyorum' diye biliyorsan, sen dostumsun.
Şimdi söyle bana, ey benliğimin sessiz çığlığı asam, hala dostum olduğunu söylüyor musun?”