Amatör kuş gözlemcisi ve dil bilimci bir Fransız…Bahtiyar adında bir göl adamı…İnsanların dilinden anlayan bir martı…Ve üçünün kaderlerini birleştiren bir göl.
Jean görevli olarak Fransız manda yönetimi altındaki Suriye topraklarına ayak bastığında kaderinin bir gölle bütünleşeceğini aklına bile getiremezdi. Bir av partisinde ilk defa gördüğü Amik Gölüne bir kadına bağlanır gibi bağlanır ve görevinden istifa edip Antakya'ya yerleşir. Amik Gölü yakınındaki kasabada eşraftan Sami Beyin kızı Mennuş'a ders verirken yatılı hizmetçi kadının Bahtiyar adlı küçük oğlundaki zeka pırıltısını fark eder ve onu oğlu gibi yetiştirir. Bahtiyar Jean'la birlikte gölde yaptıkları gezintilerde göldeki yaşam hakkında çok değerli bilgiler edinir. Hatay devletinin kuruluşu ve Türkiye'ye bağlanmasına yakından tanık olan Jean bir şekilde bu topraklarda kalmayı başarır. Fakat bir yandan genç kızlığa adım atan Mennuş'un aşkı bir yandan da İkinci Dünya Savaşı koşulları Jean'ı geri dönülemez bir şekilde karar vermek zorunda bırakacaktır…
Askerlik çağı gelince Kore savaşına gönüllü giden Bahtiyar psikolojisi bozulmuş olarak geri döner. Onu rahatlatan tek şey sevgili gölüdür ve göl kıyısında sazdan bir ev yaparak orada yaşamaya başlar. Gölün kurutulması kararının alınması Bahtiyar'ın sakin yaşantısını bozacaktır. O ve kasabanın aydın insanlarından eczacı Esat Bey gölün kurutulmasına karşı umutsuz bir mücadeleye girişirler. Bahtiyar gölle aynı kaderi paylaştığının farkında değildir…
Ve Bir Göl Vardı Bir Zamanlar 1930'lardan iki binli yıllara uzanan bir zaman diliminde hem Türkiye, hem de Ortadoğu coğrafyasında yakın dönemin bir çok siyasi olayına gönderme yapan, gerçek ve kurgu insan kahramanlarla, doğa üstü kahramanların ve hayvan kahramanların birlikte harmanlandığı, insan doğa çatışmasına ekolojik bir bakış getiren farklı bir roman.
“Yılan balıkları “su ne olur biraz su” diye feryat figan ediyorlardı. Bütün göl canlıları “su…su!” diye bağırıyorlardı. Onların sessiz çığlığı kalpleri mühürlü insanlar tarafından duyulmuyordu.
Güneş ortalığı kasıp kavurdukça gölde yaşayan bütün canlılar -balıklar, su kaplumbağaları, yengeçler, kerevitler, salyangozlar, kurbağalar, midyeler, su yılanları- hep birlikte “ölüyoruz” diye bağırıyorlardı. Feryatları arşa ulaştı, burunlarının dibindeki insanlara ulaşamadı. Sadece küçük insan yavruları hariç…Gece birçok evde küçük çocuklar aniden uyanıp ağlamaya başladılar. Gecenin sessizliğini evlerden yükselen çocuk ağlamaları bozdu. Işıklar yandı. Anneler, babalar telaşla çocuklarının başına gitti. Ama çocukların neden ağladığını öğrenemediler.”
Amatör kuş gözlemcisi ve dil bilimci bir Fransız…Bahtiyar adında bir göl adamı…İnsanların dilinden anlayan bir martı…Ve üçünün kaderlerini birleştiren bir göl.
Jean görevli olarak Fransız manda yönetimi altındaki Suriye topraklarına ayak bastığında kaderinin bir gölle bütünleşeceğini aklına bile getiremezdi. Bir av partisinde ilk defa gördüğü Amik Gölüne bir kadına bağlanır gibi bağlanır ve görevinden istifa edip Antakya'ya yerleşir. Amik Gölü yakınındaki kasabada eşraftan Sami Beyin kızı Mennuş'a ders verirken yatılı hizmetçi kadının Bahtiyar adlı küçük oğlundaki zeka pırıltısını fark eder ve onu oğlu gibi yetiştirir. Bahtiyar Jean'la birlikte gölde yaptıkları gezintilerde göldeki yaşam hakkında çok değerli bilgiler edinir. Hatay devletinin kuruluşu ve Türkiye'ye bağlanmasına yakından tanık olan Jean bir şekilde bu topraklarda kalmayı başarır. Fakat bir yandan genç kızlığa adım atan Mennuş'un aşkı bir yandan da İkinci Dünya Savaşı koşulları Jean'ı geri dönülemez bir şekilde karar vermek zorunda bırakacaktır…
Askerlik çağı gelince Kore savaşına gönüllü giden Bahtiyar psikolojisi bozulmuş olarak geri döner. Onu rahatlatan tek şey sevgili gölüdür ve göl kıyısında sazdan bir ev yaparak orada yaşamaya başlar. Gölün kurutulması kararının alınması Bahtiyar'ın sakin yaşantısını bozacaktır. O ve kasabanın aydın insanlarından eczacı Esat Bey gölün kurutulmasına karşı umutsuz bir mücadeleye girişirler. Bahtiyar gölle aynı kaderi paylaştığının farkında değildir…
Ve Bir Göl Vardı Bir Zamanlar 1930'lardan iki binli yıllara uzanan bir zaman diliminde hem Türkiye, hem de Ortadoğu coğrafyasında yakın dönemin bir çok siyasi olayına gönderme yapan, gerçek ve kurgu insan kahramanlarla, doğa üstü kahramanların ve hayvan kahramanların birlikte harmanlandığı, insan doğa çatışmasına ekolojik bir bakış getiren farklı bir roman.
“Yılan balıkları “su ne olur biraz su” diye feryat figan ediyorlardı. Bütün göl canlıları “su…su!” diye bağırıyorlardı. Onların sessiz çığlığı kalpleri mühürlü insanlar tarafından duyulmuyordu.
Güneş ortalığı kasıp kavurdukça gölde yaşayan bütün canlılar -balıklar, su kaplumbağaları, yengeçler, kerevitler, salyangozlar, kurbağalar, midyeler, su yılanları- hep birlikte “ölüyoruz” diye bağırıyorlardı. Feryatları arşa ulaştı, burunlarının dibindeki insanlara ulaşamadı. Sadece küçük insan yavruları hariç…Gece birçok evde küçük çocuklar aniden uyanıp ağlamaya başladılar. Gecenin sessizliğini evlerden yükselen çocuk ağlamaları bozdu. Işıklar yandı. Anneler, babalar telaşla çocuklarının başına gitti. Ama çocukların neden ağladığını öğrenemediler.”