Virginia Woolf Seti (6 KitapTakım)

Stok Kodu:
3990000090037
Boyut:
13.50x21.50
Sayfa Sayısı:
1196
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2019-11
Kapak Türü:
Ciltsiz
Kağıt Türü:
2. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%20 indirimli
113,00
90,40
3990000090037
698227
Virginia Woolf Seti (6 KitapTakım)
Virginia Woolf Seti (6 KitapTakım)
90.40

Kendine Ait Bir Oda

Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf'un 1928 yılında kapılarını kadınlara yeni yeni açmakta olan Cambridge Üniversitesi'ndeki kız öğrencilere hitaben yaptığı bir konuşması üzerine şekillenmiştir.

“Bir kadın eğer kurmaca yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıdır,” diyen Virginia Woolf'un sesi, aradan geçen doksana yakın yıla rağmen gücünü ve etkinliğini koruyor.

Londra Manzaraları

Londra Manzaraları, caddeleri, rıhtımları, kiliseleri ve eski zaman sakinleriyle Londra'yı bir Londralı gözüyle aktarıyor. Virginia Woolf, zamanın popüler bir kadın dergisi için yazdığı bu altı denemede, çağdaş Londra'nın yüzeyini tararken üslubuyla da flaneur yazınına kadınca bir parantez açıyor.

Mrs. Dalloway

Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Londra. Sıcak bir yaz günü Clarissa Dalloway o akşam vereceği büyük partiye hazırlanmaktadır. Aynı gün Hindistan'dan beklenmedik bir ziyaretçi gelir: İlk aşkı Peter Walsh. Onun bu apansız gelişi uzak bir geçmişin anılarını, eski arkadaşlıkları ve Clarissa'nın gençliğinde yaptığı tercihleri canlandırır zihninde. Bütün yaşamı, ilişkileri ve sıradan, tekdüze evliliğine götüren olaylar bir bir geçer gözlerinin önünden.

Clarissa çevresinde sürüp giden hayata ve o hayatın içindeki sayısız insana odaklanırken, yazar da çeşitli karakterler arasında gidip gelir ve onların yaşadıklarını Mrs. Dalloway'in akıp giden gününün içine yerleştirir. Virginia Woolf, ‘Clarissa Dalloway'in hayatında bir gün' ü, en yetkin temsilcisi olduğu bilinçakışı tekniğiyle anlattığı bu romanında, erkekle kadın ve iki kadın arasındaki ilişkilere de bir pencere açıyor; karakterlerin her birinin iç dünyasına okuru da dahil ediyor; geçmişe ait benzersiz ama acı veren imgeleri bugünün imgelerine katıyor, toplumun dayattıklarının altında boğulan arzuları incelikle işliyor. Hayatı ve dış dünyayı her bir karakterinin gözünden ve zihninden muhteşem bir çözümlemeyle sunarken, zamanının ruhunu da başarıyla yansıtıyor.

Mrs. Dalloway, Türkiye'de ilk yayımlanışından 35 yıl sonra İlknur Özdemir'in çevirisiyle yeniden okurlarıyla buluşuyor.

Orlando

Virginia Woolf'un, yakın arkadaşı, karizmatik, biseksüel yazar Vita Sacville-West için yazdığı Orlando, eğlenceli, fantastik bir 'sahte biyografi'. Canı istediğinde bukalemun gibi biçim, daha doğrusu cinsiyet ve kimlik değiştiren tarihi bir karakterdir Orlando. Erkek olarak başladığı hayatını kadın olarak sürdürür, on altıncı yüzyılda soylu bir aileye doğar, birkaç yüzyılı hızla yaşar, bir gecede cinsiyet değiştirir, yirminci yüzyılın ilk yarısına bir kadın yazar kimliğiyle ulaşır.

Delikanlılığında Kraliçe'nin sevgilisi olur, İngiltere Kralı tarafından İstanbul'a büyükelçi olarak gönderilir; Çingenelerin arasında da yaşar, saraylarda da; edebiyat sevdalısı, melankolik bir şairdir; çeşitli kimliklerde çıkar karşımıza Orlando ve değişken ruh halleriyle, yaptıklarıyla hep şaşırtır. Viktorya Dönemi değerlerini eleştiren ve cinsiyet, özgüven, hakikat, kimlik, kişinin toplumdaki yeri, edebiyat gibi konulara şiirsel bir üslupla dokunan Woolf'un kendi deyişiyle Orlando, yazarlık yaşamında tasasız bir tatil; kafaları karıştırıyor, ne yana döneceği belli olmuyor ve bu yüzden de keyifli.

"Kuşkusuz Woolf'un en yoğun eseri, çağımızın da en olağandışı romanlarından biri."

- Jorge Luis Borges

Pazartesi Ya Da Salı

Virginia Woolf, ilk yazılı ürünlerini 1900'lerin başında vermeye başladı ve gazetelerin edebiyat eklerinde yazıları yayımlandı. Bu yazıları öyküleri izledi. Romancılığının ve çokça kullanacağı bilinçakışı tekniğinin adım sesleri de bu öykülerin bir kısmında açıkça duyuldu.

İlk öyküsü olduğu düşünülen Phyllis ve Rosamond bu kitabın da ilk öyküsü. Kitabın sonundaki Kaplıca ise ölümünden kısa bir süre önce, 1941'de bitirdiği, büyük olasılıkla son çalışması. Bu iki öyküyü ve aradaki 35 yıllık süreçte yazdığı öyküleri okumak, yazarın öykücülüğündeki gelişmeyi göstermesi bakımından son derece ilginç bir deneyim.

Varolma Anları

Bu tür tartışmalardan Vanessa ile ben, arkadaşları olacak kişilerle ilk kez tanışan üniversite öğrencilerinin alacağı zevki alırdık. Booth'ların ve Maxse'lerin dünyasında beyinlerimizi fazla çalıştırmamız istenmezdi bizden. Buradaysa salt beynimizi kullanıyorduk. O perşembe akşamlarının cazibesinin bir kısmı, şaşırtıcı derecede soyut olmalarından geliyordu. Nedeni, sadece Moore'un kitabının hepimizi felsefe, sanat, din üzerinde konuşmaya yöneltmesi değildi; atmosferin aşırı derecede soyut olmasıydı. Adını verdiğim genç adamlar, Hyde Park Gate'in kabul ettiği anlamda “terbiyeli” değildiler. Bizim iddialarımızı da kendilerininki kadar sert eleştiriyorlardı. Nasıl giyindiğimizin de, güzel görünüp görünmediğimizin de farkına varmıyorlardı. George'un ilk yıllarda, görünüşümüz ve davranışımız konusunda sırtımıza yüklediği o muazzam yükümlülük ortadan kalkmıştı. Artık davetlerden sonraki o korkunç işkenceye ve “Çok hoş görünüyordun” sözüne katlanmak zorunda değildik. Bell, Strachey, Hawtrey ve Sydney-Turner'in dünyasında bütün bunların ne önemi ne de yeri var gibiydi.

O dünyada, konuklar gittikten sonra yayılıp oturduğumuzda yapılan tek yorum “Görüşünü çok iyi savundun” olurdu; ya da “Bence saçma sapan konuştun.” Muazzam bir basitleştirmeydi bu.

Bu kitapta yer alan metinler, Woolf'un hayattayken yayımlatmadığı, dosyalarda kalmış, terekesinde bulunan otobiyografik yazıları. Yaşasaydı, hep yaptığı gibi mutlaka üzerlerinden tekrar geçer, bir kitap bütünlüğüne getirirdi. Yine de Varolma Anları, ölümünden sonra yayınlanmış en önemli kitabı olma özelliğini koruyor.

Kendine Ait Bir Oda

Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf'un 1928 yılında kapılarını kadınlara yeni yeni açmakta olan Cambridge Üniversitesi'ndeki kız öğrencilere hitaben yaptığı bir konuşması üzerine şekillenmiştir.

“Bir kadın eğer kurmaca yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıdır,” diyen Virginia Woolf'un sesi, aradan geçen doksana yakın yıla rağmen gücünü ve etkinliğini koruyor.

Londra Manzaraları

Londra Manzaraları, caddeleri, rıhtımları, kiliseleri ve eski zaman sakinleriyle Londra'yı bir Londralı gözüyle aktarıyor. Virginia Woolf, zamanın popüler bir kadın dergisi için yazdığı bu altı denemede, çağdaş Londra'nın yüzeyini tararken üslubuyla da flaneur yazınına kadınca bir parantez açıyor.

Mrs. Dalloway

Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Londra. Sıcak bir yaz günü Clarissa Dalloway o akşam vereceği büyük partiye hazırlanmaktadır. Aynı gün Hindistan'dan beklenmedik bir ziyaretçi gelir: İlk aşkı Peter Walsh. Onun bu apansız gelişi uzak bir geçmişin anılarını, eski arkadaşlıkları ve Clarissa'nın gençliğinde yaptığı tercihleri canlandırır zihninde. Bütün yaşamı, ilişkileri ve sıradan, tekdüze evliliğine götüren olaylar bir bir geçer gözlerinin önünden.

Clarissa çevresinde sürüp giden hayata ve o hayatın içindeki sayısız insana odaklanırken, yazar da çeşitli karakterler arasında gidip gelir ve onların yaşadıklarını Mrs. Dalloway'in akıp giden gününün içine yerleştirir. Virginia Woolf, ‘Clarissa Dalloway'in hayatında bir gün' ü, en yetkin temsilcisi olduğu bilinçakışı tekniğiyle anlattığı bu romanında, erkekle kadın ve iki kadın arasındaki ilişkilere de bir pencere açıyor; karakterlerin her birinin iç dünyasına okuru da dahil ediyor; geçmişe ait benzersiz ama acı veren imgeleri bugünün imgelerine katıyor, toplumun dayattıklarının altında boğulan arzuları incelikle işliyor. Hayatı ve dış dünyayı her bir karakterinin gözünden ve zihninden muhteşem bir çözümlemeyle sunarken, zamanının ruhunu da başarıyla yansıtıyor.

Mrs. Dalloway, Türkiye'de ilk yayımlanışından 35 yıl sonra İlknur Özdemir'in çevirisiyle yeniden okurlarıyla buluşuyor.

Orlando

Virginia Woolf'un, yakın arkadaşı, karizmatik, biseksüel yazar Vita Sacville-West için yazdığı Orlando, eğlenceli, fantastik bir 'sahte biyografi'. Canı istediğinde bukalemun gibi biçim, daha doğrusu cinsiyet ve kimlik değiştiren tarihi bir karakterdir Orlando. Erkek olarak başladığı hayatını kadın olarak sürdürür, on altıncı yüzyılda soylu bir aileye doğar, birkaç yüzyılı hızla yaşar, bir gecede cinsiyet değiştirir, yirminci yüzyılın ilk yarısına bir kadın yazar kimliğiyle ulaşır.

Delikanlılığında Kraliçe'nin sevgilisi olur, İngiltere Kralı tarafından İstanbul'a büyükelçi olarak gönderilir; Çingenelerin arasında da yaşar, saraylarda da; edebiyat sevdalısı, melankolik bir şairdir; çeşitli kimliklerde çıkar karşımıza Orlando ve değişken ruh halleriyle, yaptıklarıyla hep şaşırtır. Viktorya Dönemi değerlerini eleştiren ve cinsiyet, özgüven, hakikat, kimlik, kişinin toplumdaki yeri, edebiyat gibi konulara şiirsel bir üslupla dokunan Woolf'un kendi deyişiyle Orlando, yazarlık yaşamında tasasız bir tatil; kafaları karıştırıyor, ne yana döneceği belli olmuyor ve bu yüzden de keyifli.

"Kuşkusuz Woolf'un en yoğun eseri, çağımızın da en olağandışı romanlarından biri."

- Jorge Luis Borges

Pazartesi Ya Da Salı

Virginia Woolf, ilk yazılı ürünlerini 1900'lerin başında vermeye başladı ve gazetelerin edebiyat eklerinde yazıları yayımlandı. Bu yazıları öyküleri izledi. Romancılığının ve çokça kullanacağı bilinçakışı tekniğinin adım sesleri de bu öykülerin bir kısmında açıkça duyuldu.

İlk öyküsü olduğu düşünülen Phyllis ve Rosamond bu kitabın da ilk öyküsü. Kitabın sonundaki Kaplıca ise ölümünden kısa bir süre önce, 1941'de bitirdiği, büyük olasılıkla son çalışması. Bu iki öyküyü ve aradaki 35 yıllık süreçte yazdığı öyküleri okumak, yazarın öykücülüğündeki gelişmeyi göstermesi bakımından son derece ilginç bir deneyim.

Varolma Anları

Bu tür tartışmalardan Vanessa ile ben, arkadaşları olacak kişilerle ilk kez tanışan üniversite öğrencilerinin alacağı zevki alırdık. Booth'ların ve Maxse'lerin dünyasında beyinlerimizi fazla çalıştırmamız istenmezdi bizden. Buradaysa salt beynimizi kullanıyorduk. O perşembe akşamlarının cazibesinin bir kısmı, şaşırtıcı derecede soyut olmalarından geliyordu. Nedeni, sadece Moore'un kitabının hepimizi felsefe, sanat, din üzerinde konuşmaya yöneltmesi değildi; atmosferin aşırı derecede soyut olmasıydı. Adını verdiğim genç adamlar, Hyde Park Gate'in kabul ettiği anlamda “terbiyeli” değildiler. Bizim iddialarımızı da kendilerininki kadar sert eleştiriyorlardı. Nasıl giyindiğimizin de, güzel görünüp görünmediğimizin de farkına varmıyorlardı. George'un ilk yıllarda, görünüşümüz ve davranışımız konusunda sırtımıza yüklediği o muazzam yükümlülük ortadan kalkmıştı. Artık davetlerden sonraki o korkunç işkenceye ve “Çok hoş görünüyordun” sözüne katlanmak zorunda değildik. Bell, Strachey, Hawtrey ve Sydney-Turner'in dünyasında bütün bunların ne önemi ne de yeri var gibiydi.

O dünyada, konuklar gittikten sonra yayılıp oturduğumuzda yapılan tek yorum “Görüşünü çok iyi savundun” olurdu; ya da “Bence saçma sapan konuştun.” Muazzam bir basitleştirmeydi bu.

Bu kitapta yer alan metinler, Woolf'un hayattayken yayımlatmadığı, dosyalarda kalmış, terekesinde bulunan otobiyografik yazıları. Yaşasaydı, hep yaptığı gibi mutlaka üzerlerinden tekrar geçer, bir kitap bütünlüğüne getirirdi. Yine de Varolma Anları, ölümünden sonra yayınlanmış en önemli kitabı olma özelliğini koruyor.

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat