Rougan-Macquart dizisinin 13. kitabı olan Tohum Yeşerince'de ya da 15. kitabı Toprak'ta Zola yaşamla şiddeti yanyana koymuştu, ancak bu romanda, sanki ayrı ayrı varolamayacak, bir bütünün iki yarısından söz eder gibi ele alır yaşam ve ölüm güdüsünü. Genel olarak Yaşam ve Ölüm Arasında'yı tüm aşırılıkların bulunduğu bir roman olarak niteleyebiliriz: Kıskançlık, şehvet, alkol, öldürme kumar ve öfke çılgınlığı gibi. Zola yarattığı sorgu-yargıcı Denizet karakteriyle de "adalet iktidarın emrindedir" kavramını gözler önüne sermiş olur. Yargıcın bağımsız olamayacağını şu tümceyle ortaya koyar: "çok özgür bir sorgu-yargıcı değil, çünkü yoksul." Çözmekle üstlendiği cinayet davasından umduğu tek şey, kariyerine nasıl bir getirisi olacağıdır. Böylece Fransa'yı yıkıma götüren İkinci İmparatorluk Dönemi'nin bir çarpıklığını daha bu kitabında yansıtmış olur. Ayrıca bu karanlık yapıtta son derece barışçıl, yumuşak başlı, eğitimli Jacques Lantier'in içindeki mutlak ve durduramadığı öldürme itilimini keşfedişine de tanık olmaktayız. Yaşam ve Ölüm Arasında, teknolojik gelişmeyi ve demiryolunu hem şiirsel, hem de sembolik bir anlamda kullanmayı başarmıştır; modern insanın içinde barınan ilkel, vahşi insan teması bu sembolizmin temelini oluşturur. Yaşam gücünü sembolize eden tren, ilerlemekte olan, gelişmekte olan, başarılara imza atan insanoğlunu temsil eder, lokomotif ise evcilleştirilmiş ama sakınılması gereken bir hayvanı temsil etmektedir. Esere epik bir alegori olarak baktığımızda, lokomotif hem ölüm içgüdüsünü hem de uygarlığın ileriye doğru gitmesini temsil eder, tıpkı vahşi dürtülerle entelektüel ve ahlâki gelişimi aynı anda yaşayabilen insan doğası gibi.
Rougan-Macquart dizisinin 13. kitabı olan Tohum Yeşerince'de ya da 15. kitabı Toprak'ta Zola yaşamla şiddeti yanyana koymuştu, ancak bu romanda, sanki ayrı ayrı varolamayacak, bir bütünün iki yarısından söz eder gibi ele alır yaşam ve ölüm güdüsünü. Genel olarak Yaşam ve Ölüm Arasında'yı tüm aşırılıkların bulunduğu bir roman olarak niteleyebiliriz: Kıskançlık, şehvet, alkol, öldürme kumar ve öfke çılgınlığı gibi. Zola yarattığı sorgu-yargıcı Denizet karakteriyle de "adalet iktidarın emrindedir" kavramını gözler önüne sermiş olur. Yargıcın bağımsız olamayacağını şu tümceyle ortaya koyar: "çok özgür bir sorgu-yargıcı değil, çünkü yoksul." Çözmekle üstlendiği cinayet davasından umduğu tek şey, kariyerine nasıl bir getirisi olacağıdır. Böylece Fransa'yı yıkıma götüren İkinci İmparatorluk Dönemi'nin bir çarpıklığını daha bu kitabında yansıtmış olur. Ayrıca bu karanlık yapıtta son derece barışçıl, yumuşak başlı, eğitimli Jacques Lantier'in içindeki mutlak ve durduramadığı öldürme itilimini keşfedişine de tanık olmaktayız. Yaşam ve Ölüm Arasında, teknolojik gelişmeyi ve demiryolunu hem şiirsel, hem de sembolik bir anlamda kullanmayı başarmıştır; modern insanın içinde barınan ilkel, vahşi insan teması bu sembolizmin temelini oluşturur. Yaşam gücünü sembolize eden tren, ilerlemekte olan, gelişmekte olan, başarılara imza atan insanoğlunu temsil eder, lokomotif ise evcilleştirilmiş ama sakınılması gereken bir hayvanı temsil etmektedir. Esere epik bir alegori olarak baktığımızda, lokomotif hem ölüm içgüdüsünü hem de uygarlığın ileriye doğru gitmesini temsil eder, tıpkı vahşi dürtülerle entelektüel ve ahlâki gelişimi aynı anda yaşayabilen insan doğası gibi.