Bazı kişilere nevi şahsına münhasır denmesi nedensiz değil. Hangisi daha şaşırtıcı sizce: Ahmet Hâşim'in kili, Victor Hugo'nunsa portakalı ve hatta yengeci kabuğuyla yemesi mi? Enis Batur'un yazarların yemeğe olan ilgilerini, alışkanlıklarını kaleme aldığı yazısını ilgiyle okuyacaksınız.
Guillermo Cabrera Infante'nin birçoğumuzun vazgeçilmez içeceği çay üzerine tarihi bilgiler de içeren ironik yazısı, “Çay olmasaydı dünyanın hali nice olurdu?” sorusunu yerleştiriyor belleklere. Saro Dadyan, Osmanlı ve Bulgaristan arasında verilen iki ziyafeti anlattığı yazısında, 20. yüzyıl başında yaşanan ziyaret ve ziyafet geleneğini menüler eşliğinde sunuyor.
Mehmet Ö. Alkan, Aynaroz'a doğru bir yolculuğa çıkarıyor okuru ve manastırlar ve keşişler diyarı olarak bilinen adayla ilgili notlarında tarihi ve bugünü bir araya getiriyor. Manastır mutfağından yemekler de eksik değil Alkan'ın yazısında.
Musa Dağdeviren Sütlü Biber'den Gari Aşı'na, Tavuklu Tutmaç'tan Zılbıt'a “unutulmuş halk yemekleri”yle buluşmanızı sürdürüyor. Şeker sanayiinin Türkiye'de başlangıcı ve gelişimi üzerine bilmeniz gerekenler ise M. Bülent Varlık'ın “notları ve sorularıyla” oluşturduğu yazısında.
Charis Messis, Paflagonya mutfağına, “Uzak Doğu'nun hemen kıyısında garip bir ülkeye…” davet ediyor sizi; bir yanda süt üreticisi, diğer yanda domuz yetiştiricisi Paflagonya… Nejat Yentürk'ün geleneksel ayaküstü mutfağı fast food üretimle karşılaştırdığı yazısı yemek kültürü ve tüketimi üzerine bir kez daha düşünmenizi sağlayacak.
Girona'dan Ayvalık'a denizkestanesi sezonunda yaşananlar, üretim ve tüketim kuralları, geleneği, Bizans'tan Japonya'ya dek denizkestanesine dair birçok bilgiyi Serhan Yedig kaleme aldı. Aslı Ulusoy-Pannuti ise “atık mutfağı” projesi Kaşkarikas'ı hayata geçiren Sibel Cuniman Pinto ile Paris'te görüştü.
Emine Fuat Tugay'ın Bir Aile Üç Asır adlı kitabıyla bir paşa konağının mutfağına uzanırken, Pelin Özer Kumkapı'ya Kör Agop Meyhanesi'ne götürecek sizi ve torunu Daniel İnciyan'ın anlatımıyla Kör Agop'un tarihine tanıklık edeceksiniz.
Bir baharı daha karşılarken, Ken Loach'un “melekleri”yle birlikte “… şarabım senin derin soluğun” diyen Eugenio Montale'nin anısına kaldıralım kadehleri! Keyifli okumalar.
Bazı kişilere nevi şahsına münhasır denmesi nedensiz değil. Hangisi daha şaşırtıcı sizce: Ahmet Hâşim'in kili, Victor Hugo'nunsa portakalı ve hatta yengeci kabuğuyla yemesi mi? Enis Batur'un yazarların yemeğe olan ilgilerini, alışkanlıklarını kaleme aldığı yazısını ilgiyle okuyacaksınız.
Guillermo Cabrera Infante'nin birçoğumuzun vazgeçilmez içeceği çay üzerine tarihi bilgiler de içeren ironik yazısı, “Çay olmasaydı dünyanın hali nice olurdu?” sorusunu yerleştiriyor belleklere. Saro Dadyan, Osmanlı ve Bulgaristan arasında verilen iki ziyafeti anlattığı yazısında, 20. yüzyıl başında yaşanan ziyaret ve ziyafet geleneğini menüler eşliğinde sunuyor.
Mehmet Ö. Alkan, Aynaroz'a doğru bir yolculuğa çıkarıyor okuru ve manastırlar ve keşişler diyarı olarak bilinen adayla ilgili notlarında tarihi ve bugünü bir araya getiriyor. Manastır mutfağından yemekler de eksik değil Alkan'ın yazısında.
Musa Dağdeviren Sütlü Biber'den Gari Aşı'na, Tavuklu Tutmaç'tan Zılbıt'a “unutulmuş halk yemekleri”yle buluşmanızı sürdürüyor. Şeker sanayiinin Türkiye'de başlangıcı ve gelişimi üzerine bilmeniz gerekenler ise M. Bülent Varlık'ın “notları ve sorularıyla” oluşturduğu yazısında.
Charis Messis, Paflagonya mutfağına, “Uzak Doğu'nun hemen kıyısında garip bir ülkeye…” davet ediyor sizi; bir yanda süt üreticisi, diğer yanda domuz yetiştiricisi Paflagonya… Nejat Yentürk'ün geleneksel ayaküstü mutfağı fast food üretimle karşılaştırdığı yazısı yemek kültürü ve tüketimi üzerine bir kez daha düşünmenizi sağlayacak.
Girona'dan Ayvalık'a denizkestanesi sezonunda yaşananlar, üretim ve tüketim kuralları, geleneği, Bizans'tan Japonya'ya dek denizkestanesine dair birçok bilgiyi Serhan Yedig kaleme aldı. Aslı Ulusoy-Pannuti ise “atık mutfağı” projesi Kaşkarikas'ı hayata geçiren Sibel Cuniman Pinto ile Paris'te görüştü.
Emine Fuat Tugay'ın Bir Aile Üç Asır adlı kitabıyla bir paşa konağının mutfağına uzanırken, Pelin Özer Kumkapı'ya Kör Agop Meyhanesi'ne götürecek sizi ve torunu Daniel İnciyan'ın anlatımıyla Kör Agop'un tarihine tanıklık edeceksiniz.
Bir baharı daha karşılarken, Ken Loach'un “melekleri”yle birlikte “… şarabım senin derin soluğun” diyen Eugenio Montale'nin anısına kaldıralım kadehleri! Keyifli okumalar.