Hayatın birçok alanında olduğu gibi estetikte, edebiyat ve şiirde Batı, özellikle de Fransa model olarak kabul edilmiş; oradan öğrenilebilenlerle kendi dünyamız düzenlenmek istenmiştir. Bu kolay değildir, zaman ister; problemler üzerinde düşünmeye ihtiyaç gösterir. 19. yüzyıl Yenileşme Dönemi Türk Şiiri'ne bu dikkatle bakmak yerinde olur.
Tanzimat sonrası şiirde, Aydınlık Dönemi Fransası'ndan gelen yeni kavramlar, İslami lügat ve dini hayata ait çeşitli olayları çağrıştıran söyleyiş tarzı ve hayallerle ifade edilmekte; tabiat tasvirleri şaire ilahi gücün kuvvetini düşündürmekte, kısacası doğu ile batı, eski ile yeni kıvamını bulamamış, gerçek anlamda edebi esere has bir terkibe ulaşamamış bir metinde vezin ve kafiyenin imkanlarıyla yan yana durmaktadır.
Sözü edilen hususlar, Tanzimat sonrası şiirimizin, gerçek şiire has imaj dünyasını besleyecek ciddi anlamda kültür birikiminden ziyade eklektik bir kültürün sesi durumunda olduğunu; böylece bir kültürle beslenen insanın teklif ve niyetlerini aksettirdiğini düşündürmektedir.
Türk şiir zevkinin gelişmesinde bir devamlılığın varlığı inkar edilemez. Dönemler arasındaki farklılık, zaman içinde zenginleşip gelişmenin, yeni renk ve sesler kazanmanın ifadesi olarak düşünülmelidir. Ancak, Edebiyat tarihi çalışmalarından kaynaklanan Türk şiirini dönemlere ayırma gayreti, bir tasnif ihtiyacına cevap vermektedir. Her tasnifin de beraberinde bazı kusurları getirdiği bilinmektedir. Bunlar, başlangıcından günümüze Türk şiirinin bir bütün olduğunu, geçmiş yıllarda kaleme alınmış bir şiirin, daha sonrakilere zemin hazırladığını ifade amacıyla yazılmaktadır.
(Arka Kapak)
Hayatın birçok alanında olduğu gibi estetikte, edebiyat ve şiirde Batı, özellikle de Fransa model olarak kabul edilmiş; oradan öğrenilebilenlerle kendi dünyamız düzenlenmek istenmiştir. Bu kolay değildir, zaman ister; problemler üzerinde düşünmeye ihtiyaç gösterir. 19. yüzyıl Yenileşme Dönemi Türk Şiiri'ne bu dikkatle bakmak yerinde olur.
Tanzimat sonrası şiirde, Aydınlık Dönemi Fransası'ndan gelen yeni kavramlar, İslami lügat ve dini hayata ait çeşitli olayları çağrıştıran söyleyiş tarzı ve hayallerle ifade edilmekte; tabiat tasvirleri şaire ilahi gücün kuvvetini düşündürmekte, kısacası doğu ile batı, eski ile yeni kıvamını bulamamış, gerçek anlamda edebi esere has bir terkibe ulaşamamış bir metinde vezin ve kafiyenin imkanlarıyla yan yana durmaktadır.
Sözü edilen hususlar, Tanzimat sonrası şiirimizin, gerçek şiire has imaj dünyasını besleyecek ciddi anlamda kültür birikiminden ziyade eklektik bir kültürün sesi durumunda olduğunu; böylece bir kültürle beslenen insanın teklif ve niyetlerini aksettirdiğini düşündürmektedir.
Türk şiir zevkinin gelişmesinde bir devamlılığın varlığı inkar edilemez. Dönemler arasındaki farklılık, zaman içinde zenginleşip gelişmenin, yeni renk ve sesler kazanmanın ifadesi olarak düşünülmelidir. Ancak, Edebiyat tarihi çalışmalarından kaynaklanan Türk şiirini dönemlere ayırma gayreti, bir tasnif ihtiyacına cevap vermektedir. Her tasnifin de beraberinde bazı kusurları getirdiği bilinmektedir. Bunlar, başlangıcından günümüze Türk şiirinin bir bütün olduğunu, geçmiş yıllarda kaleme alınmış bir şiirin, daha sonrakilere zemin hazırladığını ifade amacıyla yazılmaktadır.
(Arka Kapak)