Hiç görmeden doğduğumuz bu(dünya) gurbet, hiç görmeden gideceğimiz vatanın habercisi değil midir? Her gün tefekkür, bolca bir tefekkür bahar'da yağan yağmura benzer; nasıl ki yağmur yağdıkça tohumlar çiçek açıyor otlar yeşeriyor, insan da düşündükçe yüreğindeki hakikat tohumları filizleniyor gün yüzüne. Derin derin düşünmekten korkmayın, çünkü ağacın kökleri toprağın derinliklerine kök saldıkça (indikçe) gövdesi, dalları ve yaprakları gök yüzüne çıkıyor, nefes alıyor, güneşine çıkıyor, ışığına çıkıyor.
İnsan da düşündükçe ışığına kavuşuyor, amacına gayesin kavuşuyor, nefes aldırıyor ruhuna. Düşünmek insanı yaratılış gayesine götüren bir ışıktır.
Dünya dikenli bir güle benzer ama ucunda gül vardır. Sınırlı bu ömür, imtihan için geldiğimiz bu dünyanın elbette ki zorlukları olacaktır; zorluklara sabreden güle kavuşur, o gül ebedi diyardır, sonsuz ölümün olmadığı vatandır...
Her insanın bir parmak izi olduğu gibi bütün insanların da ortak bir yürek kodu, ortak bir fıtrat kodu, ortak bir gönül kodları, evrensel kodları vardır; onlar da insanın yaratılış gayesini, amacını, yolunu bilmesidir. Yeryüzündeki herşeye, dönen dünyanın hızından güneş sistemine, menvsimlerin oluşmasından ozon tabakasına kadar her şeye çok ince bir ayar veren Allah insanı elbette ki başıboş bırakmıyor, insana da bir kulluk yolu çizmiş, akıl vermiş, irade vermiş, yeryüzünde yarattığı herşeyi insan için birer işçi kılmış, adeta doğan güneş, yağan yağmur, esen rüzgarlar, sayısız çiçekler, dağlar, gökler, yıldızlar, ay, kısaca herşey insan için. Ya insan ne için?
İnsan da Allah (cc) içindir, kulluk içindir, sınırlı bu hayatta imtihan edilmesi içindir. Canıyla, malıyla, hastalıkla, korkularla, aklının sınırlı oluşuyla imtihan olup yaptıkları karşılığında cennet ya da cehenem... Dünyaya sabretmek gülün dikenlerine sabretmeye benzer; dikenlerin ucunda gül var, varsın biraz dikenler ellerimize batsın. Sınırlı bu hayat da dikenlere benzer, sonunda sınırsız bir hayat var, ölümün olmadığı ebedi bir vatan...
Hiç görmeden doğduğumuz bu(dünya) gurbet, hiç görmeden gideceğimiz vatanın habercisi değil midir? Her gün tefekkür, bolca bir tefekkür bahar'da yağan yağmura benzer; nasıl ki yağmur yağdıkça tohumlar çiçek açıyor otlar yeşeriyor, insan da düşündükçe yüreğindeki hakikat tohumları filizleniyor gün yüzüne. Derin derin düşünmekten korkmayın, çünkü ağacın kökleri toprağın derinliklerine kök saldıkça (indikçe) gövdesi, dalları ve yaprakları gök yüzüne çıkıyor, nefes alıyor, güneşine çıkıyor, ışığına çıkıyor.
İnsan da düşündükçe ışığına kavuşuyor, amacına gayesin kavuşuyor, nefes aldırıyor ruhuna. Düşünmek insanı yaratılış gayesine götüren bir ışıktır.
Dünya dikenli bir güle benzer ama ucunda gül vardır. Sınırlı bu ömür, imtihan için geldiğimiz bu dünyanın elbette ki zorlukları olacaktır; zorluklara sabreden güle kavuşur, o gül ebedi diyardır, sonsuz ölümün olmadığı vatandır...
Her insanın bir parmak izi olduğu gibi bütün insanların da ortak bir yürek kodu, ortak bir fıtrat kodu, ortak bir gönül kodları, evrensel kodları vardır; onlar da insanın yaratılış gayesini, amacını, yolunu bilmesidir. Yeryüzündeki herşeye, dönen dünyanın hızından güneş sistemine, menvsimlerin oluşmasından ozon tabakasına kadar her şeye çok ince bir ayar veren Allah insanı elbette ki başıboş bırakmıyor, insana da bir kulluk yolu çizmiş, akıl vermiş, irade vermiş, yeryüzünde yarattığı herşeyi insan için birer işçi kılmış, adeta doğan güneş, yağan yağmur, esen rüzgarlar, sayısız çiçekler, dağlar, gökler, yıldızlar, ay, kısaca herşey insan için. Ya insan ne için?
İnsan da Allah (cc) içindir, kulluk içindir, sınırlı bu hayatta imtihan edilmesi içindir. Canıyla, malıyla, hastalıkla, korkularla, aklının sınırlı oluşuyla imtihan olup yaptıkları karşılığında cennet ya da cehenem... Dünyaya sabretmek gülün dikenlerine sabretmeye benzer; dikenlerin ucunda gül var, varsın biraz dikenler ellerimize batsın. Sınırlı bu hayat da dikenlere benzer, sonunda sınırsız bir hayat var, ölümün olmadığı ebedi bir vatan...