"Benim kadar acı çekmedikçe, Tanrı'ya inanmamı beklemeyin benden..." Tanrı'ya yöneltilmiş böylesi bir meydan okumayla başlayan "Zamanın Manzarası", 'kimsenin görmediği, görse de farkına varmadığı insan manzaralarının ressamı olmayı seçen' Mehmet Eroğlu'nun, kurgusu ve ele aldığı temalarına kattığı felsefi boyutla tam bir ustalık dönemi romanıdır. "İçinde aşk öğesi bulunmayan bir drama nasıl ilgi duymazsak, aşık olmamış kadına da öyle bakarız..." Yaşamın kıyısında hayatını gözden geçiren varlıklı Elif, Barış Utkan'ın yazdığı bu satırları okuduğunda hiç aşık olmadığını kavrar. Bir tarafta, hayatını boşa geçirdiğini düşünen 'büyük bakışlı' güzel kadın Elif ile öteki tarafta, "Savaşırken insan önce annesini yitirir," diyen ve dağlarda yitirdiği acıma duygusunu ona geri verecek bir kadının peşindeki Barış Utkan arasında bir aşk buluşması kaçınılmazdır: Elif, eşsiz varlığını bir silgi gibi kullanarak ruhu savaşta ölülerle lanetlenmiş Barış'ı günahlarında arındıracak ve ona ömrü boyunca yabancısı olduğu iyi insan olma fırsatını verecektir; Barış'sa, Elif'in kılavuzu olacaktır. Ancak bu buluşma Elif'i sürgünden dönmüş bir politik göçmene, Barış'ı ise o güne kadar parçası olduğu her şeyden daha büyük ve daha geniş olan yoksulluğa götürür. Böylelikle bu aşk öyküsü, içinde üç kişinin yer aldığı, ama yazgılarının kesişmediği, ikili bir çiftin oluşmadığı trajik bir yanılsamaya dönüşür. Mehmet Eroğlu, yedinci romanında, hayatında bulumadığı ilahiliği edebiyatta arayan, yedi kişiyi öldürdüğü savaşta edindiği asla zaman aşımına uğramayacak pişmanlığından oyduğu puta taparak, geçmiş şimdiki zaman ve gelecekte ruhsal yolculuklar yapan Barış Utkan'ın gözüden, 1988-2002 yılları arasındaki Türkiye'yi, insanlarımızı, Güneydoğu'da binlerce hayata mal olan savaşı, yolsuzluk, rüşvet ve talanları, ölüme yatanları, acıları ve trajik bir aşkı anlatıyor.
"Benim kadar acı çekmedikçe, Tanrı'ya inanmamı beklemeyin benden..." Tanrı'ya yöneltilmiş böylesi bir meydan okumayla başlayan "Zamanın Manzarası", 'kimsenin görmediği, görse de farkına varmadığı insan manzaralarının ressamı olmayı seçen' Mehmet Eroğlu'nun, kurgusu ve ele aldığı temalarına kattığı felsefi boyutla tam bir ustalık dönemi romanıdır. "İçinde aşk öğesi bulunmayan bir drama nasıl ilgi duymazsak, aşık olmamış kadına da öyle bakarız..." Yaşamın kıyısında hayatını gözden geçiren varlıklı Elif, Barış Utkan'ın yazdığı bu satırları okuduğunda hiç aşık olmadığını kavrar. Bir tarafta, hayatını boşa geçirdiğini düşünen 'büyük bakışlı' güzel kadın Elif ile öteki tarafta, "Savaşırken insan önce annesini yitirir," diyen ve dağlarda yitirdiği acıma duygusunu ona geri verecek bir kadının peşindeki Barış Utkan arasında bir aşk buluşması kaçınılmazdır: Elif, eşsiz varlığını bir silgi gibi kullanarak ruhu savaşta ölülerle lanetlenmiş Barış'ı günahlarında arındıracak ve ona ömrü boyunca yabancısı olduğu iyi insan olma fırsatını verecektir; Barış'sa, Elif'in kılavuzu olacaktır. Ancak bu buluşma Elif'i sürgünden dönmüş bir politik göçmene, Barış'ı ise o güne kadar parçası olduğu her şeyden daha büyük ve daha geniş olan yoksulluğa götürür. Böylelikle bu aşk öyküsü, içinde üç kişinin yer aldığı, ama yazgılarının kesişmediği, ikili bir çiftin oluşmadığı trajik bir yanılsamaya dönüşür. Mehmet Eroğlu, yedinci romanında, hayatında bulumadığı ilahiliği edebiyatta arayan, yedi kişiyi öldürdüğü savaşta edindiği asla zaman aşımına uğramayacak pişmanlığından oyduğu puta taparak, geçmiş şimdiki zaman ve gelecekte ruhsal yolculuklar yapan Barış Utkan'ın gözüden, 1988-2002 yılları arasındaki Türkiye'yi, insanlarımızı, Güneydoğu'da binlerce hayata mal olan savaşı, yolsuzluk, rüşvet ve talanları, ölüme yatanları, acıları ve trajik bir aşkı anlatıyor.